1 Ağustos 2015 - Alimos Marina - Atina 37 54.8N 23 42.1E
Bugün Atina'yı gezme günümüz. 2004 kışında buraya arabayla gelmiş ve yüzyılın kar yağışına yakalanıp pek bir yer göremeden, maceralı bir şekilde ülkemize dönmüştük. O zamanlar biz Yunan tavernalarını tabak kırılan, dansedilen yerler zannediyorduk. Plaka bölgesinde dolaşıp öyle bir yere rastlayamayınca çok şaşırmıştık. Bugüne kadar Yunanistan'ın gezdiğim yerlerinden sadece Symi adasında, Manos Taverna'da bu beklentim gerçekleşti; o da sanıyorum bizim gibi yanlış bilgilere sahip Türkleri memnun etmek için yapılmış bir şovdu. Yani taverna demek, yemek yenecek restaurant demek; başka birşey ummayın:)
Bu sabah önce Ali'nin bazı testleri için Todori bizi alıp yakın bir kliniğe götürdü. Kan alındıktan sonra birşeyler yiyip içmek için yakındaki bir kafeye girdik. Bu poğaça, yok şu poğaça diye seçerken kafenin işketmecisi bizle Türkçe konuşmaya başlamaz mı... Kendisi Murat İlem ve 25 senedir Atina'da yaşıyor. Kız arkadaşıyla beraber bu kafeyi -ki adı 'Sweet Melek' işletiyorlar. Dahası yan masada oturan bey Ligop Tabakoğlu, Yeniköylü, İstanbul doğumlu bir Rum çıktı... Başladık Türkçe laflamaya; derken ardından Moda'lı Taki Arapoğlu kafeye geldi, sonra da Arman Güleris... Bir sohbet bir muhabbet, eskiler anıldı, gözler doldu, hepsi de 6-7 eylül olayları sırasında tüm düzenlerini bırakıp İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalmışlar...Düşünebiliyor musunuz doğdukları topraklardan, bazılarımızdan daha fazla İstanbullu olmalarına rağmen kopmuşlar. Bu nasıl bir zihniyettir ki buna insanları mecbur etmiş... Irkçılık, faşizm bazen bu ülkenin sarıldığı saçma ideolojilerden biri oluyor. Onların hala "İstanbul'da doğdum" derken gözleri doluyor ve bir Türk olarak biz karşılarında utanıyoruz...
Ardından yeni arkadaşlarımızla vedalaşıp kan testi sonuçlarını aldık ve hepsi düzgün çıktığı için çok memnun olduk. Sonra bir taksiye atlayıp Akropolis'e gittik. Burada giriş ücreti kişi başı 12 euro ve aynı biletle yedi tane açık hava müzesine girilebiliyor ve ayrıca da 4 gün boyunca geçerli.
Akropolis kalabalık, -çok şükür ki- rüzgarlı, güneşli ve çok tozlu idi. Ama her yerini karış karış dolaştık. Buradaki tapınak dünyanın en ünlüsü ve şimdiye kadar onca badireden sonra kalmış haliyle bile çok etkileyici.
Burası M.Ö. 430 yılına inşa edilmiş... Kolonlar yukarı doğru konik bir şekilde incelirken uzaktan çok estetik bir görüntü sergiliyor. Parthenon, tek tanrılı dine geçildiğinde pek çok tahtibata uğramış ve kilise haline getirilmiş, hatta Osmanlılar buraya bir minare kondurup cami olarak kullanmışlar. Daha sonra Venedikliler bombalarla patlatmış. Bugünse halen restorasyon çalışmaları sürüyor ve çıkan parçalar tam karşısındaki Akropolis müzesinde başarıyla sergileniyor. Müzenin mimarisi de bir harika... Temelindeki eski yapının kalıntılarını cam tabanla sergiliyor. 2009 yılında yapılan bina, çok müthiş bir müzecilik örneği.
Bunlar, tapınaktaki kız sütunların orijinalleri.
Bu süslemeler, tapınağın alnından kurtarılanlar.
Bu, herkesin tanıdığı Büyük İskender'in büstü.
Bu da şehre adını veren Athena'nın heykeli.
Tüm bu gezimizi 15:00 gibi bitirip marinaya döndük ve biraz dinlendik. Akşamüstü Tina ve Todori de bize katıldılar ve yine Akropolis'i göreceğimiz bir otelin terasına yemeğe gittik. Oldukça pahalı ve elegant bir yemekti. Tina, bize en sonunda para ödetmemeyi başardı...
Todori bizi marinaya getirirken biraz dolaştırdı. Parlemento binasına ve Akropolis'i karşıdan gören bir tepeye gittik.
Bu günlük bu kadar yorgunluk yeter. Telefonuma göre tam 15958 adım atmışım, insaf:)
Yorumlar
Yorum Gönder